13 Ekim 2010 Çarşamba

Minareye Kılıf

Nerden başlayacağımı bilmiyorum. Aynı milli takım gibi dağınık bir vaziyetteyim. Sorunlar o kadar çeşitli ki, sorunları gruplamakta ve önceliklendirmede ciddi sıkıntılarım var. Yorumcuların her biri bir taraftan dalıyor. Yok Oğuz Çetin, yok Hiddink az maç izliyor, yok kendi kulübünde oynamıyormuş. Abartmadan hepsinde haklılık payının olduğunu söyleyebilirim. Fakat bu durum sorunun bırakın çözümünü, tespitine bile ön ayak olmaz kanımca.

Kadro seçimi ve yapısından başlamak istiyorum becerebilirsem. Çok uzun zamandır –Terim’in takımın başına geldiğinden bu yana- milli takım aday kadrolarını hatırlamaya çalışıyorum. Tek tek maç kadrolarına ulaşmak zor değil, ama çok gerekli de değil. Benim tespit ettiğim en önemli nokta üst üste 2 maçın aday kadrosunun aynı olmadığı. Bu durum sakatlıklarla veya cezalı olma durumu ile izah edilecek kadar basit değil. Terim geldiğinde, herkes ondan köklü değişim bekliyor, artık misyonunu tamamlamış nesilin yerini devredeceği takımı oluşturmasını bekliyordu. Bu beklenti ile aday kadrolar sürekli farklılaşıyor, denemeler yanılmaları getiriyor fakat denemekten bıkılmıyordu. Oyuncu havuzu genişti ne de olsa. Kısa sürede tamamlanması gereken bu süreç Terim’in 4 yıllık görev süresinde ne yazık ki tamamlanamıyor ve revizyon Hiddink’e kalıyordu. Hiddink de bu geleneği bozmuyor ve 5-6 maçlık serüvende 5-6 farklı kadro ile mücadele ediyordu. Şimdiki beklentimiz önümüzdeki uzun boşlukta kadronun daha stabil hale gelmesi ve 2014 turnuvasında oynayacak çekirdek kadronun şimdiden oluşturulabilmesi.

Hem Terim’in 4 sene boyunca yaşadığı hem de Hiddink’in bundan sonra yaşayacağı sıkıntının sebeplerini ortaya koymaya çalışalım. Çok geriye gitmeye gerek duymadan baz alabileceğimiz başarılı bir örnek takımımız var. 1998-2004 arası yakalanan başarılar ve istikrar hafızalarımızda. Almanya’yı, Hollanda’yı mağlup ettiğimiz dönem sadece maç bazında değil, süreç olarak başarılı olduğumuz ve bu galibiyetlere şaşırmadığımız bir dönem. Bu dönemde milli takımı oluşturan oyunculara baktığımız zaman yüzde yüze yakın bir oranda 3 büyükler ya da 4 büyükler dediğimiz takımlardan seçilmiş oyuncular olduğunu görüyoruz. Bunun en temel sebebi 4 büyüklerdeki yerli oyuncuların kalitesinin, Anadolu kulüplerindeki yerli oyunculara göre çok üstün olması. Ya da Anadolu kulüplerinde gerçekten kaliteli olan yerlilerin takım içerisinde bir şekilde kaybolup gitmesi. Ne yazık ki arada ciddi bir uçurum vardı o dönemde. Lig sonu puan durumu 4. takım ile 5. takım arasındaki puan farkı veya tepedeki 4 takımın ligdeki galibiyet sayılarının şimdiki durum ile kıyası bu durumu daha net ortaya koyabilir. 4 büyüklerin yerlilerinin bariz kaliteli olduğunu söyledik özetle. Aynı zamanda büyük kulüp içerisindeki yerli oyuncuların bazılarının da diğerlerinden ciddi kalite farkı olduğu durumu mevcut idi. Yani kaliteli yabancılar ve kaliteli yerliler arasında organize oynanan futbol içerisinde görevini yapan, sırıtmayan ancak maksimum noktası belli olan futbolculardan bahsediyorum. İşte bu ahval içerisinde milli futbolcu seçmek için çok fazla mesai harcamaya gerek kalmıyordu. Zaten o dönemlerde gurbetçi futbolculara kapılar kapalıydı. Almanya’da futbolcu nesil henüz daha bebekliğini yaşıyordu. Fabrika işçilerinden de milli futbolcu olmazdı. Dışarıya transfer olan pek futbolcumuz da olmadığı için gözler sadece yurtiçinde, hatta sadece 4 büyükler üzerindeydi. Hal böyle olunca bu kısırlık, aynı zamanda ironik bir istikrara sebep oluyordu. Milli takım ilk onbiri 1-2 değişiklikle herkes tarafından sayılabilir haldeydi. GS genelde yabancı kaleci tercih ettiğinden kale FB-BJK dışına çıkmazdı. (Engin-Rüştü). FB genelde yabancı forvet tercih ettiğinden ileri uç GS-BJK dışına çıkmazdı (Şükür- Ertuğrul). Bu durum milli takım bazında birlikte oynamışlığa yol açıyor, takımı bir kulüp havasına yaklaştırıyordu. Sergen’in uyum sıkıntısı yaşamadan 4 büyük takımda da başarılı olması, bu takımlardaki arkadaşlarının çoğu ile uzun zamandır milli takımlarda oynamış olmasıyla bile açıklanabilirdi. Herkes, bir sonraki maçta bir aksilik yoksa Rüştü’nün kalede, Bülent-Alpay’ın göbekte, Sergen’in ortada, Şükür’ün ilerde olacağını bilir, kanatların Hakan Ünsal, Davala’ya emanet edilebileceğini rahatlıkla tahmin ederdi.

Şimdiki sıkıntıyı izah etmeye çalışırsak; en temel sebeplerden birisi 4 büyüklerdeki yerli oyuncu kalitesi ile Anadolu kulüplerindeki yerli oyuncu kalitesinin birbirine yaklaşması. Yani hangisi ilerledi hangisi geriledi bilemiyorum. Fakat ilk onbirdeki yabancı oyuncu sayısının artması ile kadrodaki sayıları azalan yerli oyuncuları, kilit adam olmaktan çok görev adamı olmaya başladılar. Kaliteli bir yabancı omurganın yanına serpiştirilmiş çalışkan yerliler, kulüplere başarıyı getirmeye yeter hale geldi. GS’de banko oynayan Orhan Ak, Ümit Karan, Cihan gibi oyuncuların süper lig takımlarında oynuyor olmaları, ya da 29 yaşına gelmiş Mustafa Sarp’ın GS’ye transfer olup ilk onbire yerleşebilmesi bu kalite yaklaşmasına bir örnek olabilir. Yusuf Şimşek’in durumu, Tabata’nın durumu, Fener’in alıp verdiği adamlar ilk aklıma gelen örnekler. Çoğaltabiliriz. Kalitelerin aynı seviyeye çekilmesi yurtiçinde gözlem alanını genişletmiş oldu. Bu sebeple artık Ankaragücü maçlarını da, Gaziantep maçlarını da en az 4 büyükler kadar önemle takip etmek gerekti. Yetmezdi çünkü artık yurtdışına gönderdiğimiz oyuncularımız da vardı. Onların da ne yaptıklarını iyi izlemek gerekiyordu. Tabi bir de gurbetçiler. Avrupa’nın hemen her ülkesinde 2. ve 3. kuşakla birlikte artan gurbetçi futbolcularımızı erken keşfetmek ve ikna etmek de gerek. Toparlarsak süper lig hatta bank asya, lejyonerler, gurbetçiler. Bu geniş perspektifi tarayabilmek için mükemmel bir ekip, mükemmel bir organizasyon lazım. Bizde olmadığını düşündüğüm bir yapılaşma. Hangisi kadroya girse, öteki neden yok diye sorgulanacak bir kalite. Aslında kalitesizlik. Bu kalitesizlik ancak uzun süreli bir arada olma ile bir nebze giderilebilir. Uzun süreli bir arada olabilmek için de diğer adaylardan hep daha iyi olmak gerekir. Kalitesi sınırlı ama her zaman formda oyuncularla. Bülent Korkmaz gibi.Öyle bir durum da olamadığı için kepçeyi daldırıyoruz kazana, o maç için kim sakat değilse 23 tane topçu. Yok birbirinden farkı aslında. Böyle olunca bu maçta Mevlüt neden yok diyenler, öteki maçta Semih nerde diye sorar. Kâzım’ın ne işi var diyenler, sağ açıkta Nihat bitmiş derler. Nuri nasıl oynamaz diyenler, Aurelio’nun Türk vatandaşlığı ile uğraşırlar. O esnada Mesut Almanya adına, Gökhan İnler İsviçre adına skor üretirler. Ben de buradan ahkâm keserim. 1-0 mağlupsun gol lâzım. Kim atacak? Takımında oynamayan Tuncay? Takımında oynamayan Nihat? Takımında oynamayan Semih? Takımında oynamayan Sercan?

Hiç yorum yok: