17 Mayıs 2011 Salı

P & T

Müzmin bekâr dostum Tolga, geçtiğimiz cumartesi günü, Türkçeden nasibini almamış matbaaların söylemiyle, nişanlısı ile mutluluklarını sonlandırdıkları gecede bizleri de aralarında görmekten mutlu oldu. Kendisine, eşiyle birlikte uzun ve huzurlu bir hayat dileklerimizi, eşimle  birlikte düğün esnasında ilettik zaten. Bir de buradan tekrar ederek pekiştiriyorum.
Uzun zaman aradan sonra katıldığım bu düğün töreni, bana bazı gözlemler ve değerlendirmeler yapma fırsatı sundu. Ufak ufak onlardan bahsedeyim.
Bir defa en önemli noktalardan birisi, düğün gününü istediğin ay, istediğin gün, istediğin saat belirle yine de hava şartlarını sen belirleyemediğin için, Murphy yasaları ağır basıyor. Düğün açık havadaysa, ya yağmur yağar ya da yağmur yağma endişesi seni alır götürür. Neyse ki birkaç gün öncesinden başlayan yağmur faslı, o gün öğleden sonraya kadar devam etse de akşam herhangi bir yağmur, kar vs. olmadı. Ancak tahmin ediyorum ki, mekânın göl kenarında olmasının da etkisiyle gece boyunca bir çiğ yağışı ile karşı karşıya kaldık. Nereden anladın diye sorarsan, masaya ilk oturduğumda yediğim badem ile gece sonuna doğru aynı tabaktan yediğim badem arasında nem yükü bakımından ciddi fark vardı.
Göze çarpan detaylardan bir tanesi de, genç erkeklerin giyim tarzındaki hoşluktu. Özellikle damadın yakın akrabalarında takım elbise altı Converse tercihleri ön plandaydı. Tahmin ediyorum ki, her iki tarafın yaşlı teyzeleri tarafından da eleştirilen ortak noktalardan birisiydi bu durum. Çiftetelli konusunda pek istekli ve becerikli olmayan damat ve tayfası yine de ellerinden gelenin en iyisini yapmak için iyi niyetli bir çaba içerisindeydiler. Gerek alkış tutmak, gerekse oynayanın etrafında çember oluşturmak hususunda gösterdikleri özveri takdire değerdi. Gece boyunca karşılıklı olarak, alımlı bayanlar ve erkekler arasında kur yapma eylemlerinde de öncüydüler.
Her zamanki gibi, düğünün en eğlenceli taraflarından birisi, oynamaya karar veren bireyin yaşadığı süreci takip etmek oldu. Bu işi kıvırabileceğini düşündüğü müziği duyan kişi, masada önce diğerleri ile olan iletişimi minimuma indirip konsantrasyonunu yükseltiyor, daha sonra müthiş bir medeni cesaretle oturduğu yerden ayağa kalkıyor ve sahneye doğru yöneliyor. O sırada önüne çıkan engelleri ciddiyetle aşarak sahneye ulaştığında mısır tanesinin tencere içerisinde yeterli ısıya ulaştığı anda verdiği tepkiye benzer bir tepkiyle başlıyor oynamaya. Yolda geçirdiği süre ile zaten yarısına gelmiş olan şarkıya iki kıvırdıktan hemen sonra başlayan dans müziği ile boş bakışlarla etrafına gülücükler saçarak yerine yöneliyor.
Laf cambazı, laf ebesi, filolog, su ürünleri uzmanı, cahil gibi tanımlara ev sahipliği yapan geniş insan Aydın da, varlığıyla mutluluk veren etkenlerden birisiydi. O akşam yoğunlaştığı kelime "haberleşiriz" oldu. Ben de kendisine "dilolog" sıfatını armağan ediyorum. Bence dil bilimcisi "dilolog" olmalıdır. "Filolog" olsa olsa fil bilimcidir. Neyse.
Neredeyse unutuyordum, söylemeden geçemem. Gelin hanımın kuzeni mikrofonu eline alıp sahneye daldı ve bir iki şarkıdan birer kuple sundu. Bunlardan bir tanesi nadide eserlerden "Akdeniz Akşamları" idi. Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar, detayları Tolga ile face to face görüşecem.
Gece, atom numarası 79 olan ve 1064 °C sıcaklıkta erimeye başlayan metallerin gelin ve damadın sağına soluna iğnelenmesi ile sona erdi. Yüzlerinden, bunun iyi birşey olduğu hissine kapıldım.
Onlar için şimdi evlilik hayatının en güzel zamanları. Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevizine.


10 Mayıs 2011 Salı

0,5 Handikap

Ne anlama geldiğini bilmediğim bu 0,5 handikap sayesinde 108 tl'lik ikramiye sahibi olduğumu bir tesadüfler zinciri sonucu öğrendim az evvel. Dün akşam üzeri alelacele doldurduğum 5 maçlık kupondaki ilk 4 maç gece yatağa girmeden sonuçlanmış, GS ve Helsingborg handikaplı 1, Liverpool üst ve adını bile yazamadığım Midytjland benzeri bir takım galip gelmişti. Kuponun içerisine NBA maçı dahil etme saçmalığından yine kendimi alamamış ve bültendeki Boston-Miami maçının 1.70 oranlı cazibesine kapılmıştım. Boston seride durumu 2-2'ye getirerek, denizler aşırı destekçisine bir kıyak geçecekti. Bu düşünceyle uykuya daldım. Sabah ilk iş nba.com'dan maç sonucuna bakmak oldu. Sonuç hüsran, yine bir iddaa klasiği şeklinde tek maçtan yatmış görünüyordum. Sözlükten maçın hikayesini okurken, normal sürenin 86-86 berabere bittiğini öğrendim. Bu durumda maç kupondan çıkartılıyor mu yoksa kazanıyor muyum ya da kayıp mı ediyorum diye düşünürken ofisteki gençlerden birisi atladı. Resmi sitede kuponun barkod numarası ile sorgulama yapılabiliyordu. Denedim, resmi site kuponuma bir bok çıkmadığını söyledi. Yine de cebime attım kuponu. Lavaş et dürüm ile ayranı bir arada mideye indirirken, arkadaşa kuponu gösterdim. Ne talihsiz bir kupon olduğu üzerinde anlaştık. Yine de masadaki diğer kağıt parçalarının arasında bırakmadım, cebime attım. Yolun karşısındaki iddaa bayii bana göz kırpıyordu. Yemekten sonra erinmedim, karşıya geçtim. Şu kupona bir bakıver edasıyla elimdeki kuponu uzattım. Makinenin ikramiye kazandığımı bildiren o tuhaf melodisi ile birlikte elime 108 lira sayan adam, bir  gurur abidesi olarak taşıyacağımı sandığım kuponun kendinde kalması gerektiğini söyledi. Para ile kuponu değiştik. En azından ben halimden memnundum. Kuponun nasıl olup da tuttuğuna bir türlü kafam basmasa da normal süresi berabere biten ender basketbol maçlarından birisi sayesinde işyerine sırıtarak seyirttim.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Yağmur

Her yağdığında, sanki hayatımda ilk defa görüyormuş gibi hayrete düşen, mutlu olan ve seyretmekten kendini alamayan bir yapıya sahibim. Gürleyen gök ve çakan şimşek beni ürkütmek yerine gülümsetir. Elimde ne varsa bir kenara bırakır izlemeye koyulurum.
Benimki saf bir mutluluk. Kaygısız. İlkel. Belki biraz bencil. Ne oto yıkamacıları düşünen, ne yağmur sensörü ile tıkanan trafik hakkında endişe eden bir mutluluk. Ne de dolu darbesiyle ilerde lekelenecek olan kayısıları umursayan. Yeter ki yağsın. Ben de seyredeyim. 
Yine öyle oldu. Bir yağdı bir yağdı ki...